Sana Gül Bahçesi Vaadetmedim, Joanne Greenberg
Merhabalar kitap dostları size bugün psikolojik çöküntü ve deliliğin sınırlarını harika bir şekilde anlatan bir kült kitap ile geldim; Sana Gül Bahçesi Vaadetmedim🥀 Kitabı görüp arka kapağını okuduğumda, isminin bir şiir kitabına daha çok yakışacağını düşünmüştüm. Ancak şu anda oturmuş bu inceleme üzerinde çalışırken anlıyorum ki, daha güzel bir başlık seçilemezmiş. Bunun nedenini açıklayacağım ancak önce kitabın yazarı Joanne Greenberg’den bahsetmek istiyorum. Zira bu onun kendi yaşam öyküsü. Genç yaşta geçirdiği akıl hastalığından deyim yerindeyse, yaralı fakat sağ olarak çıkışını anlatan yazar, geçmişte yaşadıklarını iki küçük çocuğundan saklayabilmek için kitabını Hannah Green takma adıyla çıkarmış.Kitap şu anda her alanda kabul görmesine rağmen yazıldığı dönemde gerek edebi değeri, gerekse yaklaşımı ve bakış açısıyla eleştirmenler tarafından epey tartışma konusu olmuş. Ancak yazarın sonrasında yazdığı öyküler ve gelişip değişen edebiyat algısıyla birlikte nihayet hak ettiği takdiri toplamış.Kitabın konusundan bahsedecek olursak; on altı yaşındaki Deborah şizofreni tanısı ile akıl hastanesine yatırılır. Üç yıl boyunca hastanede kalan genç kızın; üstün zekası, erken gelişmişliği, aşırı algısı, hassasiyetleri ile deneyimleri ve iniş çıkışlarla dolu tedavi süreci anlatılır.Deborah doğduğu andan itibaren diğer insanlardan farklıdır. Bu farklılık çevresindekilerin onu anlamasını zorlaştırmakla birlikte, okula başladığı dönem Yahudi olduğu için gördüğü zorbalıkların uç uca eklenmesiyle onu derin bir yalnızlık çukuruna düşürür. Aile kızlarındaki farklılığı sezer fakat korumacı içgüdülerinin her şeyin normal olduğu yönündeki telkinleri ağır basar. Bu sevgi dolu yapıcılık Deborah’ın yıkımına sebep olur.Buradan anlıyoruz ki; yüksek algı, yaşamın sınırlarında dolaşan duygu ve düşünceler, dolayısıyla ‘’diğerleri’’ tarafından anlaşılamamak yalnızlaşmak için çok yeterli sebepler. Deborah bu yalnızlığını kendi düşünceleriyle yarattığı Yr isimli kurgu dünyasıyla gidermeye çalışır. Önceleri ona arkadaşlık eden, eğlendiren, onaylayan bu hayali dünya zaman geçtikçe zalimleşen, yaptırımlar ve cezalar uygulayan bir yer haline dönüşür ve bu durum Deborah’ın bileklerini kesmesiyle birlikte ailesi tarafından da görünür hale gelir.Bizler bu zamana kadar akıl hastalıklarını hep akıl hastası olmayanlardan dinledik. Yani denebilir ki, onlar hakkında varsayımlarda bulunduk. Bu kitabı kıymetli yapan en önemli unsur bana göre bir akıl hastasının ağzından kendi hastalığını okumak oldu. Bir kimsenin, içinde ve dışında iki ayrı kişi olarak yaşamasının ne denli zor ve ürkütücü olduğunu, dramatize etmeden, oldukça gerçekçi ve bir yandan da estetik bir üslupla okuyabilmek şahsım adına bir okur olarak beni şanslı hissettirdi.Kitabı okumaya başlayıp bitirdiğimden beri tahayyül etmeye çalışıyorum. Bir insanın deli olduğunu anlaması ve bunu kabul etmesi, kendisiyle bir mücadeleye girmesi, bu mücadeleden galip çıkması nasıl zordur? Kim bilir…Konuya dönmek gerekirse; Deborah’ın iki büyük şansı vardır. Biri annesi Esther diğeri ise doktoru Dr. Fried. Belki hastanede kurduğu arkadaşlıklar da eklenebilir bu kısma. Deborah’ın annesi, babasına göre daha gerçekçi ve daha sağlam karakterli bir kadındır ve doktorlara iş birliği içerisinde çalışır. Kızını demir parmaklıkların arkasında, çığlık çığlığa bağıran insanlarla bir arada bırakmak ne kadar zor olursa olsun durumu göğüsleyip, aileyi kontrol altında tutabilen biridir. Dr. Fried ise, Deborah’ın iyileşeceğini vadetmek yerine, iyileşmeyi tercih edebilecek gücü ortaya çıkarmaya çalışır. Deborah bu sayede gün be gün yavaş ama sağlam adımlarla dünya üzerinde yürümeye başlar.
Kısaca kitabı kesinlikle tavsiye ederim. Detaylı yorum için Instagram hesabımdan takip edebilirsiniz.